12 Mart 2010 Cuma

HATŞEPSUT YA DA HATSHEPSUT




Bloğumun adı Hayallerim ve Mısır ama uzun süredir Mısır hakkında yazmıyorum. Bu biraz bilinçli biraz da yoğunluktan ara verdiğim bir durum. İsterseniz size neden bilinçli olduğunu anlatayım; çünkü ben Mısır'ı çok özledim, daha önceki yazılarımda da bahsetmiştim hani. Bir tarafım orada kalmış gibi. Gitmek istiyorum fakat gidemiyorum. Bu durum beni hayli üzmekte, bundan dolayıdır ki, resimlere bakıp veya orayı anıp üzülmek yerine anmamayı tercih etmiştim.

Ama artık yazmak, anmak ve üzülmek istiyorum.
Evet konumuz Hatşepsut; gitmeden önce hakkında çok şey bilmiyordum. Mısır'ın ilk kadın firavunu olan Hatşepsut, mimariye en fazla önem veren firavun olarak biliniyor. Size daha net bilgi vermek amacıyla Vikipedi'den faydalanıp, yazıyı buraya ekliyorum;

Hatşepsut veya Hatçepsut; Eski Mısır'da 18. Hanedan döneminde hüküm sürmüş kadın firavun. Annesi Ahmose (Ahmos/Yahmos) babası I. Tutmosis'dir (Tutmos/Akheperkhare).[1][2] Hatşepsut'un iktidarda bulunduğu zaman dilimi konusunda çeşitli görüşler vardır. Bunlara göre: En erken M.Ö. 1503 yılında iktidara gelmiş ve en geç M.Ö. 1445 iktidarı son ermiştir.[2]
Üvey kardeşi, babasının Mutnefert'ten olan oğlu II. Tutmosis ile evlenmiştir. II. Tutmosis’in ölümünden sonra hatşepsut kız evlat doğuramamanın vermiş olduğu başarısızlık hissi ile tahtı üvey oğlu III. Tutmosis’e kaptırmamak için dönemin baş rahibi ile bir anlaşma yapar. Ve kendini firavun seçtirir
Evli oldukları dönemde kocası bir dansöz olan Aset`i 2. eş olarak almıştır. İkinci eşle aynı zamanda hamile kalan Hatshepsut 2. kız çocuğunu, Aset ise ilk oğlan çocuğunu doğurmuştur. Bu çocuğu kendi çocuğu gibi seven Hatşepsut, kızlarının kendisinin aksine çok narin kızlar olmasından hoşlanmamıştır.
Uzun süren hakimiyet yılları boyunca barışçı bir politika izleyen Hatşepsut yalnızca isyan bastırmak için sefere çıkmıştır. Aset`in oğlu Tutmose III ün vezirini ve arkadaşlarını öldürmesi üzerine zehir içerek intihar ettiği iddia edilse de bu konuda herhangi bir delil yoktur. Pek çok kaynak Hatşepsut'un kemik kanserinden vefat ettiğini savunur.[2]
Hatşepsut'un, yaklaşık 22 yıl süren iktidarı sonrasında yerine III. Tutmosis geçmiştir.[3]
Tarihte adı kayıtlara geçen ilk kadındır. Mısırın güneyinde bulunan Punt topraklarının keşfedilmesi için on emir vermiştir. kraliçe olduktan sonra bir kral gibi giyinmiş ve takma sakal kullanmıştır. Çünkü çeşitli törenlerde takma sakal kullanmak firavunların geleneğidir.
Hatşepsut her firavun gibi beş ayrı isme sahiptir. Bu beş farklı isim doğum adı, taht adı, Horus adı, Nebty adı ve Altın Horus adı altında toplanır.
Doğum adı: Khnumt-Amun Hatshepsut: Khnumt-Amun: Amun'a bağlı olan. Hatshepsut: Asil kadınların önde geleni Taht adı: Maat-ka-ra: Ra'nın ruhunun adaleti/doğruluğu Horus adı: Wesretkau: Ruhların(Ra'nın ruhlarının) gücü Nebty adı: Wadjrenput: Yılların gelişimi Altın Horus adı: Netjeretkhau: Görünüşün ilahiliği
Hatşepsut'un Dair-El-Bahri'deki tapınak-mezarı Atatürk'ün Anıtkabri'ne mimari yönden ilham kaynağı olmuştur.

Bahsedilen tapınak mezarın birkaç fotoğrafını ekledim. Umarım hoşunuza gider.
Bu arada eklemek istediğim bir konu daha var. Luksor'a gidene kadar hiç Türk'le karşılaşmamıştım. Burada ben fotoğrafları çekerken bir Türk'ün sesini duydum, "şöyle çek, şuna bas" felan diye. Benim için güzel bir süpriz olmuştu. Tatil için kısa bir süre dahi gitseniz, yurtdışında kendi memleketinizden biriyle karşılaşmanız bazen bayağı duygusal olabiliyor:))

9 Mart 2010 Salı

KİTAPLAR

Yeniden merhabalar,

Bu yazımda size özel sektörde çalışmam sebebiyle, aslında çok sevdiğim ama fırsat bulamadığım için üzerine düşemediğim kitap okuma sevdamdan bahsetmek istiyorum.Ne de olsa artık ben bir öğretmenim ve özel sektöre göre kendime daha fazla zaman ayırabiliyorum. Çok sayıda kitap okudum şu son 5-6 ayda. Burada sizlerle okuduğum bazı kitapları paylaşmak istedim.

Ayrıca şundan da bahsetmek istiyorum, belki herkes aynıdır. Bir kitabı bitirdiğim zaman hemen bir diğerine geçemiyorum, önce 2-3 gün bitirdiğim kitabı özümsüyorum sanırım ya da 2-3 gün benim üzerimde etkisi devam ediyor. Ama son okuduğum kitaptan sonra hemen yeni bir kitaba başlamak istedim, çünkü bu son okuduğum kitabın etkisinde kalmak istemedim.

Öncelikle "Yüzüncü Ad"dan bahsetmek istiyorum. Malumunuz Amin Maalouf'un yazdığı. Evet ben bir eleştirmen değilim, ama bir okur olarak okuduğum kitapları eleştirebileceğimi düşünüyorum. Belki ukalalık gibi olabilir, ne de olsa dünya çapında tanınmış bir yazar.

Bilhassa bu kitabı okuyanlara anlatmak isterim derdimi. Şimdi kitabı elinize alıyorsunuz, konu çok güzel hatta çok ilginç, anlatım sürükleyici, konu bir zamanlar Osmanlı Devleti'nin hakimi olduğu topraklarda ve Anadolu'da geçiyor, bu da ilginizi ikiye katlıyor. Peki, bir kitabın (yani Allah'ın yüzüncü adından bahseden bir kitabın) peşinden giden bir adam, yanında iki yeğeni, bir hizmetlisi ve yanında bulunuş amacı farklı bir bayanla kitabın yarısından fazlasına geliyorsun. Sonra değişik sebeplerden dolayı bunlarda birer birer ayrılıyorsun onlardan. Yalnız unutmayınız lütfen kitabın yarısından fazlasında bu diğer 4 kişiden, hayatlarından fazlasıyla bahsediliyor. Sonra kitabın sonuna bu adamı tek başına bırakıyorsun. Peki sormazlar mı adama bu diğer 4 kişi ne oldu diye. Kitabın sonunda bu 4 kişinin akıbeti ile ilgili herhangi bir bilgiye yer verilmemiş. Peki, o dönemde birçok tehlikeleri göze alıp peşine düştüğün kitabı sonunda buluyorsun, neden açıp okumuyorsun. Madem açıp okumayacaktın, okuyucuda neden bu kadar merak uyandırdın kitapla ilgili.

Aynı yazarın Semerkant romanını okudum ondan sonra, kopuk kopuk bilgiler anlatılıyor Ömer Hayyam'la ilgili, Hasan Sabbah'la ilgili. Ondan sonra Ömer Hayyam'ın kendi yazdığı bir nevi günlük ve araştırmalarına dair olan El Yazması bir kitabın peşine düşüyor yine kahramanımız. Tam buluyorsun ve sonra kaybediyorsun, kitabı bulmanda sana yardımcı olan Prensesi de akabinde kaybediyorsun.

Sonra Jack London'ın Martin Eden romanını okudum. Klasik bir "azimli olursan yapamayacağın şey yok" kitabı. Ama Jack London kitabı tasvirleriyle o kadar boğmuş ki gerçekten bazı bölümlerinden sıkılıyorsunuz.

Ahmet Ümit'in Bab-ı Esrar'ını okudum. Şemsi Tebrizi konu edilmiş. Mevlana ile ilgili bölümleri de var. İlginç bir kitap, Elif Şafak'ın Aşk romanını da okumuştum ve Bab-ı Esrar'la çelişen bazı noktaları var.

Tarihi romanlardan Ömer Hayyam, Alamut: Güvercin Gerdanlığı ve Alamut'a Dönüş'ü okudum. Hasan Ali Sabbah ile ilgili bayağı bilgi edindim. Ancak yine Ömer Hayyam, Nizamülmülk ve Hasan Sabbah ile ilgili okuduğum kitapların her biri farklı işlemiş konuyu. Mesela bir kitapta Ömer Hayyam, Nizamülmülk ve Hasan Sabbah'ın medreseden sınıf arkadaşı oldukları ve ilerde kim ünlü biri olursa diğerine yardım edeceğine dair birbirlerine söz verdiklerini yazıyor, başka bir kitapta Hasan Sabbah, Ömer Hayyam'la bir handa karşıaşıp arkadaş olduklarını yazıyor. Yani net olarak bu üç kişi arasındaki asıl tanışıklığın nereden geldiğini çözemedim.

Gelelim son okuduğum kitaba; Elif Şafak'ın "Baba ve Piç". Dün gece bitirdim kitabı, bazı bölümlerine çok kızdım, bazı bölümleri çok ilgimi çekti ama sonu beni mahvetti. Gerçekten üzüldüm, sonu başka türlü bitebilir miydi ya da bitse bu kadar etkiler miydi bilmiyorum. Ama şunu söyleyebilirim ki okunası bir kitap. Romanda geçen brçok şeye katılmasam da tavsiye edeceğim bir kitap.