26 Aralık 2013 Perşembe

YENİ KİTAPLARIM

Kitaplarımı genellikle kitapçılardan ve sahaflardan alırım. Internetten de almışlığım olmuştur. Ama ilk kez bir siteye üye olup bu kadar çok kitap aldım. www.kitapyurdu.com'dan cumartesi sipariş ettiğim kitaplar bugün elime ulaştı. Okuduktan sonra sizlerle yorumlarımı paylaşacağım kitaplar aşağıdakilerdir.




Şimdilik hoşçakalın.

25 Aralık 2013 Çarşamba

ŞAİRİN ROMANI - MURATHAN MUNGAN

Bir kitap sever, okur, yorumlar olarak ben, Murathan Mungan'ı okumakta geç kalmışım. Tesadüfen elime aldığım bu kitabı okurken, herhalde yazarın kurduğu sanal dünyaya bir seyahat yaptım, bir yandan sonu ne olacak diye merak ederken diğer yandan sona yaklaştığım için üzülüyordum... Bende bu hissi uyandıran sadece birkaç kitap vardır. Açıkçası beni böyle etkilemesini beklemiyordum. Murathan Mungan'ın şair yönünü düşündükçe aslında cafcaflı cümlelerle nasıl bu kalınlıkla bir kitabı doldurabilir diye düşünmüştüm. Ama kitabın hikayesi değil de anlatımı şiir gibi olunca, şiir tadında bir roman çıkarmış ortaya.

Neresinden başlasam bilemiyorum, öncelikle kitapta Anakara'ya bağlı olan değişik şehirlerde geçiyor olay. Şehirlerin ismi gibi karakterlerin ismi de çok değişik; Odragend, Dohanara, Samarakad vb şehirlerde, Bendag, Mootah, Ulsangeyma, Zeey, Tagan, Gamenn, Agabu vb, kişilerin hikayeleri anlatılıyor.

Benim en hoşuma giden şey (belki size garip gelebilir ama) ben Avşar'ım, belki daha önce bahsetmiştim. Bizim Avşarlarda kullanılan ve başka hiç kimseden duymadığım bazı kelimelerin burada kullanılmış olması. Mesela dulda, yekinmek, gönenmek gibi. Bir yerde de tilmiz kelimesini kullanmış ki bu kelime de Arapça öğrenci demek. (Arapça öğretmeni olunca tabi hemen dikkatimi çekti, algıda seçicilik :))))  

Kitabın hikayesini tabii ki anlatmayacağım burada ancak en beğendiğim yerlerini sizlerle paylaşmak istiyorum.

* Kendi seçimlerimiz sonucunda olup bitenler rasgele başımıza gelenlerden daha çok sızlatır içimizi. İnsanın kendine karşı çaresizliği diğer çaresizliklere benzemez.

* Mutluluk benim için hiçbir zaman önemli bir kavram olmadı. Daha çok rastlantı gibi yaşadım mutluluğu. Kısa anların hediyesi gibi. Yaşamın karşıma çıkardığı bazı anlar benim için mutluluk demekti , o kadar...

* Aşka hazır olmayanlar aşka tutulduklarında, ne yapacaklarını tam olarak bilemezler. Onların aşkında kaçınılmaz sonu hazırlayan tuzaklar çok daha kolay barınır. Her ne kadar aşk genç kalplerin işi olsa da, aşkı yaşamak tecrübeyle kazanılmış donanım ister. Gençken kolay sahip olunamayacak bir donanım. Ne yaman çelişki değil mi?

* Kendisine saklanmayı bilmeyen insanlar başkalarına kolay av olurlardı.

* Suyun konduğu kabın şeklini alması gibi bazı ruhlarda içine kondukları bedenin özelliklerini alırlar. Bazı insanların çirkinliğinde aynı zamanda onların ruhlarını görebilmemiz bundandır.

* Başarı ne demekse artık! Her insanı başarılı  olmaya mahkum eden bu anlayışı hiç insani bulmadığımı da söylemeliyim ayrıca. Başarısızlık da bizler içindir, insanlar için, kenarda kalmışlar için, ikinci çocuklar için... Gölgedekiler için.

Biraz daha yazarsam kitaba haksızlık olur sanırım. Alınası ve okunası bir kitap, hem bir kez de değil biraz ara verilip tekrar okunabilecek bir kitap.

Yazar bu kitabı 15 yılda hazırlamış, emeğine sağlık diyorum ve şiddetle okumanızı tavsiye ediyorum 

24 Aralık 2013 Salı

HİCAZ HUMAYUN PEŞREV

Barbaros Hocamla bir peşrev daha geçtik. Umarım beğenirsiniz.


Veli Dede'den Hicaz Hümayün Peşrev.

8 Aralık 2013 Pazar

İZMİRLİLER YAŞADI

Hayat İzmirliye güzel valla ! Hem cennet gibi bir yer, denizi ayrı bir mavi, doğası ayrı bir yeşil, birçok ile göre daha hareketli fakat İstanbulla kıyaslanamayacak kadar rahat ve sakin. Zıtlıkların ayrı bir tat verdiği bir şehirdir İzmir bana göre.

Bugün neden İzmir hakkında bu kadar konuştum. Buralarda bulamayacağımız bir ayrıcalık daha var İzmir'de. Butik Pasta ve Kurabiye yapan bir arkadaşımız İzmirlilere muhteşem tatlar sunuyor. Düğün, nişan, doğum, doğum günü ve aklınıza gelebilecek her özel gün için size özel yapılan pasta ve kurabiyelerle o günü daha da özel hale getirebiliyorsunuz.

Birkaç resimle anlatayım isterseniz...







Aycan arkadaşımızın mailini sizlerle paylaşıyorum, Türkiye'nin her yerine Kurabiye gönderebiliyor aklınızda olsun.

Aycanatalay@yahoo.com

Afiyet olsun :)

20 Kasım 2013 Çarşamba

ADANA'DAKİ OLAY

Daha yeni haberlerde dinliyorum, Adana'da bir otobüs şöförü linç edilmiş, annesi de yazık evladından iyi haber bekliyor.

Olayın detayı ise şöyle BDP yandaşları yani çoğunlukla Kürt vatandaşlar, belediye otobüsüne koca koca taşlarla saldırıyorlar. O taşlardan biri otobüs şoförü Ali Köse'nin başına isabet ediyor, şoför hakimiyeti kaybedip 6 yaşında ki bir Kürt çocuğu eziyor. Bu sefer de çocuğun yakınları şoförü linç ediyor.

Be hey vicdansızlar, be hey vatan hainleri, be hey akılsızlar, beyinsizler, neden biriniz çıkıp da olayın ilk başına gidip de bu BDP yandaşlarının yaptıklarını kınamıyorsunuz, olaya onların sebep olduğunu neden anlayamıyorsunuz. 

8 Kasım 2013 Cuma

YABANCI YAZARLARIN BİLGİ EKSİKLİĞİ


Kasıtlı mı yapıyorlar yoksa gerçekten mi bilmiyorlar, tam kestiremesem de dikkatimi çektiği için sizlerle de paylaşmak istedim.



İlk olarak Dan Brown'un Cehennem adlı kitabından, sayfa 483, Ayasofya için " Burayı yeniden gören Langdon, İmparator Justinianos'un Ayasofya'yı tamamlayınca bir adım geri gidip gururla  'Süleyman, seni geçtim.' dediğini hatırladı."

Ayasofya MS. 532-537'de Bizans İmparatoru 1. Justinyen tarafından yapılmış. İstanbul'un Türkler tarafından fethi ise 1453, bakalım Kanuni Süleyman ne zaman tahta geçmiş 1520 'de.

Tabii şu alternatif de var burada bahsedilen Süleyman Peygamber mi? Hani şu hayvanların dilini konuşan. Hz. Süleyman MÖ. 970-928 tarihleri arasında krallık yaptığı yazıyor. Kudüs'te büyük bir Tapınak inşa ettirdiğine göre, Dan Brown'un da Yahudi yönü göze alınırsa bahsedilen Süleyman, Hz. Süleyman olmalı.

İkinci kitaba gelince Amin Maalouf'un Doğunun Limanları. Sayfa 8, "daha sonra dört yüz yıllık Osmanlı egemenliği,". Osmanlı 1299'da kurulmuş 1923'de ise Türkiye Cumhuriyeti olarak Osmanlı Devleti'ne son verilmiştir. Yani tam 624 yıl.

Bunlar çok büyük hatalar değil elbet, ya da bakışa göre değişir. Ama yazar açısından bakınca, kitapları tüm dünyada beğenilen, beğenilerek okunan yazarların biraz daha doğru ve net olmaları beklenir, değil mi?

Kitapların konusuna gelince onu da başka bir yazımda yazmayı planlıyorum. Esen kalın :))


2 Kasım 2013 Cumartesi

BENDEN SON HABERLER

Uzun zaman oldu yazmayalı. Yazmayı da özledim, bu kadar ara vermeyeceğim artık.

Çile dönemimi bitirdim, bitiren en önemli olay da ailecek geçirdiğimiz bir trafik kazası oldu. Aileme olan kırgınlığımdan dolayı bu yazı yalnız geçirmeyi tercih etmiştim biliyorsunuz. Kurban bayramında ailemin yanına gitmiştim, insan ailesine ne kadar kırgın kalabilir ki, herşeyi bir yana bırakıp bayramda ailemle birlikteydim.

Dayımın oğlunun düğünü için Adana'ya giderken feci bir kaza geçirdik. Mucizeydi kurtuluşumuz, can kaybı yoktu ama kaza psikolojisi fena. Hala etkisinden kurtulmuş değilim. 

En önemlisi de bir kazadan çıkarılabilecek bütün dersleri çıkarmış vaziyetteyim. Ne kadar önemliymiş başına bir iş geldiğinde eşinin, dostunun, akrabanın olması ve sana destek çıkması. 

Kazadan sonra artık hiçbir şey eskisi gibi değil, bir anlamda ailecek hayata bakışımız değişti. Aslında hep beraber bu kazadan iyi anlamda çok şey kazandık. Birbirimizin değerini daha iyi anladık. Olabilecekleri düşünüp halimize şükrettik. Bu hayat dersi bize bir arabaya mal olsa bile iyi ki olmuş diyebiliyoruz.

Kazayla ilgili tek üzüldüğüm nokta 44 yıllık şoför olan babamın ilk kazasıydı. Hala kendini suçluyor. 

Bu acı tecrübeden sonra üzüldüğüm şeylere tekrar baktığımda artık eskisi kadar canımı acıtmadığını gördüm. İlginç. 


25 Ağustos 2013 Pazar

DIY - SAAT YAPTIM

Aslında saat yapmadım, evde kordunu kopmuş bir saat vardı ona kordon yaptım. Kağıt boncuklarla damla şeklindeki boncuklarla beraber. Kağıt boncukları da ben yaptım  bu arada :) Bakalım beğenecek misiniz?




Bir başka DIY projesinde görüşmek üzere esen kalın :)

18 Ağustos 2013 Pazar

ZUMBA

Başlığım biraz kısa ama en azından bu yazımda neden bahsedeceğimi açıklıyor.

Ortaokul ve lise dönemimde profesyonel lisanslı bir basketbolcuydum. Basketi bıraktıktan sonra uzunca bir süre kilo almadım. Öğretmen olduktan sonra da hızlı bir hayattan durağan bir hayata geçince hooooop gelsin kilolar. Artık buna dur demek için yaklaşık 4 senedir aralıklı olarak spor yapıyorum, salonlara gidiyorum. Zaman zaman aerobic, bazen de sadece alet çalışıyorum. Bu 4 yıl içinde ben gayet iyi sıkılaştım ve bol bol kas yaptım, 2-3 kilo verdim ve verdiğim kilonun iki katı inceldim.

Zumba benim bu alandaki son tecrübem oldu. Asla vazgeçmeyi de düşünmediğim, spordan da öte bir hobi. Batman'da kurs açılmıştı 2 ay devam ettim ve yaz tatiline girdik. Ama o kadar zevkli ki ben evde çalışmaya devam ettim. Bu arada şunu da söyleyeyim, 4 yıl boyunca verdiğim kilodan daha fazlasını verdim 2 ay içinde. Yazın da devam ederek daha da zayıfladım.

Şimdi size bir link vereceğim, bu ve benzeri birkaç video sayesinde 10 günde 2 kilo verdim. Video Beto Perez'e ait ki kendisi zaten Zumba'nın yaratıcısı imiş. Zumba'nın patenti de kendisinde. Videodan bahsedecek olursak da eğlenerek, dansederek gerçekten zayıflıyorsunuz. Evde kendi kendinize çalışabileceğiniz bir video. Sonra da bana dua edersiniz :))

http://www.dailymotion.com/video/xqbao7_cardio-party_sport

Kolay gelsin.

12 Temmuz 2013 Cuma

BİRAZ DA KİTAPLAR- ESKİ TATLAR





Uzun zamandır yazmak istediğim bir konuydu bu. Siz de arkında mısınız, kısa cümleler kurup, kısa anlamaya başladık, en düz, en kestirmeden konuşuyoruz artık. Hayatımızı kolaylaştıran o kadar teknolojinin kazandırdığı zamanı hızlı yaşamaya, hızlı ve düz konuşmaya harcıyoruz. İşin ilginç tarafı yazarlarımız da kısa ve düz cümleler kurmaya  başladı.

Çocukluğumda Reşat Nuri Güntekin, Hüseyin Rahmi Gürpınar okumuş biri olarak o kitaplardaki lezzeti yeniden hatırlamak amacıyla kütüphaneme eski yazarlarımız serisini eklemeyi ve okumayı düşündüm.

Bu yazımda da özellikle bahsedeceğim kitap Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü. Eski romanların lezzetini özleyenler için bilhassa önereceğim bir kitap. Kitabın arkasında yazan tanıtım yazısını bir kısmını size aynen aktarıyorum : " Romanları zengin hayat hikayesinden taşarak Türkiye meselelerine kendine has yorumlar getirir. Medeniyet değiştirme girişimlerinin insanımızı soktuğu çıkmazları araştırırken yaptığı tahliller, insanımız ve toplum yapımız açısından dikkate değer hükümler taşır. Saatleri Ayarlama Enstitüsü toplumumuzun bu değişme süreci içindeki durumunu, fertten yola çıkarak topluma varan teknikle anlatıyor."

Ben bu kitabı okurken o kadar eğlendim ki, mizah denen şeyi bir romana bu kadar naif bir şekilde katmak herhalde sadece o dönem yazarlarına ait bir yetenek. Gerçekten o dönem için yaptığı gerçekçi tespitlerle kitabı doldurmuş, okuyucuyu ise doyurmuş bir kitap. Uzun uzun cümleler okuyup, derinlemesine düşünüp, ince ve beklenmedik esprilerle karşılaşıp tebessüm etmek istiyorsanız bu kitap başta olmak üzere Bütün A. Hamdi Tanpınar serisini ve o dönem yazarlarını şiddetle tavsiye ediyorum. 

16 Haziran 2013 Pazar

BABAMA


Kız çocuğu için baba ilk kahraman, ilk modeldir. Benim babam bunun pek farkında değildi ama, pek çok baba gibi. Bugüne kadar yaşadığım bütün sıkıntıların müsebbibidir benim babam. Ben 12 yaşındayken bırakıp gittiğinde ne olduğunu anlamadan hayatın içine balıklama daldık ailecek. Belli bir yaşa gelene kadar arada geçen yılların nasıl geçtiğini anlamadık, ya da her gününü, her saatini üstüne basa basa yaşadık. Şimdi geçmişe dönüp baktığımda her ikisi de doğru geliyor bana. Hem o kadar uzakta, sanki hiç yaşanmamış gibi, hem de çok yakın, izlerini hala taşıdığım, bir sözden, bir şarkıdan bütün anıları birebir tekrar tekrar yaşadığım, gözlerimi yumup birkaç damla akıttığım olaylar silsilesi.

Babamın gidişi, daha doğrusu babam yaşarken babasız kalmam, benim iskeletimi oluşturuyor bir nevi. Şu anda nasıl bir insansam bunu babamın gidişine borçluyum (iyi veya kötü).

Aradan yıllar geçti, ben üniversiteyi bitirdim ve babam birden geri döndü. Affetmem kolay olmadı tabi, aslına bakarsanız hala cam kırıkları var içimde, bazen ummadığın anda acımasızca batan. Ama baba bu, düşündüm ki babama birşey olursa yerine koyabileceğim biri yok, alternatifi yok yani. Her insan hata yapar diyerek kabullendik dönüşünü.

Şimdi ise başımın tacıdır, ayağına taş değsin istemem. Allah başımızdan eksik etmesin diyorum. Bir kez daha babasız kalmaya dayanabileceğimi sanmıyorum. Ve bugün babalar günü, şu ömrü hayatımda babam için de birşeyler yazayım istedim.

Facebook'da dolaşan bir resim var altında da bir yazı;

"Savaşın ortasında komutansız kalmak gibidir babasız kalmak"

Hem resim çok etkiler beni hem de yazısı, hele baban varken babasız kalmak tarifsizdir. En iyi bildiğim, keşke hiç bilmeseydim dediğim duygudur. 

AĞLAMALARIM-2

Çile dönemim başladı sayılır, merakla ve heyecanla bekliyorum bu üç ayın bana neler katacağını, eğer aynı kalacaksam yazık bana. Bu kadar sıkıntıya, acıya değmeli çok şey değişmeli bende.Kendime ve geçmişime yapacağım bu Hac, umarım geleceğime başka bir bakış açısı getirecektir. Zaman zaman beliren sahnelerden, gözümün önüne gelen olaylardan kurtulmayı planlıyorum. İçinde kaybolduğum hüzün dönemlerinde "bak gördün mü senin hayatın hep böyleydi, hep acı içinde yaşadın ve yaşayacaksın" mutlu olduğum dönemlerde ise "fazla sevinme her an geçmişte yaşadıklarını tekrar yaşayabilirsin"diyen iç sesimden de kurtulmak istiyorum.

Ertelenmiş bir hayat yaşıyorum vesselam. Erteledim hep mutluluğu, sanki mutluluk hep elimdeymiş gibi; avuttum hep kendimi sonra, şundan sonra, şu da geçsin diye. Gelgelelim bir gün farkediyorsun ki geçen benim hayatımmış, solan hayallerim, biten ise ümitlerimmiş. Kalan ise sadece ben, yalnızca ben, yalnız ben. Benimle birlikte kalan hiçbir şey yokmuş, ailem bile kalmamış benim yanımda. Dost akraba hak getire zaten. Hangisine yanayım şimdi, geçmişime mi, geçmişte kaldığıma mı, yaşadıklarıma mı, yaşamadıklarıma mı, vazgeçtiklerime mi, vazgeçemediklerime mi? 

13 Haziran 2013 Perşembe

NİHAVENT - MİNİ MİNİ PEŞREV


Ud dersi aldığımdan bahsetmiş miydim size, evet Batman'da ud hocası bulamadığım için Kanuni Barbaros Hoca'da usul ve ritim dersi alıyorum. Bazen de bu şekilde düet! yapıyoruz.

Mini mini peşrev benim en sevdiğim peşrevler arasında, en yakın rakibi hicaz peşrev :) Umarım beğenirsiniz :)

11 Haziran 2013 Salı

AĞLAMALARIM-1

Ağlamalarım vardır benim, hıçkıra hıçkıra daha kabacası höyküre höyküre, dışardan duyulmayan, görülmeyen, kendimi paralarcasına ağlamalarım. Hep içimde kalırdı bunlar, anlatmazdım. Ama yazardım, eskiden daha sık yazardım hem de, bloga değil tabi başka yerlere. Sonra birden bu ağlamalarımı yazmayı bıraktım. Sebepsiz keşke bırakmasaymışım.

Bugünkü ağlamam "Kedi" üzerine. Hiç yavrulayan kediniz oldu mu? Olduysa daha iyi anlarsınız beni. Kediler yavruladıktan sonra belli bir müddet insan içine çıkartmazlar yavrularını. Taaa ki yavrular artık kendi ayakları üzerinde durana kadar. Yavru karnını doyurmak için annesine yaklaştığı zaman annesi yavruyu acımasızca tekmeler, süt vermez. Sanki artık büyüdün kendi yiyeceğini kendin bul bana bağlı kalma der gibi, bir nevi hayat dersi gibi.

Kayseri'de bu olayla alakalı olarak bir deyim kullanılır "Anası tepmiş" derler, korumasız, başının çaresine bakmak zorunda kalan, hiç bir destek görmeyen insanlar için.

Ha işte ben de tam anası tepmiş konumdayım. Biz iki kız üç oğlan, beş kardeşiz. Ama annemin sadece üç oğlu var. Erkek çocuklarının önemi ülkemizde malum ama biz de bu abartılmış durumda. Ablamla ben kendi kendimize büyümek, ayakta kalmak zorunda kaldık. Evimizin erkekleri de kız gibi yetişti bu yüzden, anneye sürekli bağlı, kendi kararlarını alamayan felan filan. Nazlıdırlar yani.

Üf neyse kendimi "sarı" bir kedi yavrusu gibi hissediyorum uzun zamandır. Lütfen dikkat edin sarı, daha korumasız, daha çabuk kirlenir diye belki. Bu çifte standarttan bıktım artık, bu yaz memlekete gitmiyorum bu yüzden. Batman'da üç ay bir çile dönemi başlıyor benim için. Allah yardım etsin, yalnızlığı severim ama bazen insanın sadece kendiyle kalması, kendini dinlemesi tehlikeli olabiliyor.

Neyse bir başka ağlamada görüşmek üzere...

17 Mayıs 2013 Cuma

DIY - TUBITAK PROJEM

Benim blog iyice çığrından çıkıp, rotasından sapıp bakın taaa nerelere gitti. Zaman ilerledikçe, hobilerimiz zenginleştikçe demek ki paylaşılan şeylerde de değişiklikler oluyormuş.

Neyse ben projemden bahsedeyim; Tübitak liselerde bir araştırma projesi adı altında bir etkinlik başlatmış. Bizim okulda pilot okullardan biri seçilmiş. Bizim okuldaki projelerin hepsi araştırma projesi olunca ben de uygulama projesi yapayım dedim. Atıl gazete ve dergilerden boncuklar yapıp, bu boncuklardan değişik eşyalar yaptık. Yaptıklarımıza ben bile şaşırdım, 2 ay öncesine kadar hiç bilmediğim konularda bir proje hazırlamak çok yorucu ve zevkliydi.

Boncuk deyince ilk akla gelen takıdır tabi ki ama ben daha değişik bir şeyler yapmak istedim ve abajur yaptım.


Başlığı çıkarınca bu hale geliyor. 


Cam boyası ile boyanıp, kablo deliği açıldıktan sonra elektrikçide elektrik aksamını taktırdım. İşin açıkçası elektrikçinin yaptığı işten pek memnun kalmadım, ben yapsaydım daha muntazam yapardım ama son güne kaldığım için malesef elektrikçiye yaptırmak zorunda kladım.


Şişe ne şişesi diye sorarsanız, serum şişesi, evet bildiğiniz serum, hazır satılan altlıklardan da alabilirdim fakat daha orjinal olsun istedim ve sonuçta bir DIY projesi olduğu için de atıl ürünleri kullanmak daha mantıklı geldi. Yani başlığın tel kısmı dışındaki herşey el yapımı.



Bu da ayna çerçevesi, hobicilerde ahşap kısım hazır satılıyor. Asıl niyetim bu şekilde süslemek değildi fakat mecburen böyle yapmak zorunda kaldım.


Daha yakından görmeniz için çekilmiş bir foto.


Bu projeyi beraber hazırladığımız öğrencilerimle birlikte, emeklerine ve yüreklerine sağlık. O kadar dersin, yazılıların arasında 2 ay benimle sabırla çalışan kızlarıma teşekkür ederim
Arkada kapı sinekliği diye tabir edilen süsümüz umarım dikkatinizi çekmiştir.


Bu proje ile birlikte yapabileceklerimizi görmek beni inanılmaz mutlu etti. Cam boyama, peçete dejupajı vs. vs. deneme yanılma yöntemiyle yaptıklarımız, bizlere çok şey öğretti. Bu projede emeği geçen başta proje danışmanımız Faysal Aydın hocama, öğrencilerim Selma Ası ve Mercan Baran'a, serum şişeleri konusunda yardımcı olan Özel Batman Hastanesinden Dr. Bedrettin Keskin'e ve özellikle orada çalışan Tekin Bey'e, elektrk işlerinde yardımcı olan Güneş Avize'ye çok teşekkür ederim.

Bu proje ile sizlere de ilham verebilmiş isem ne mutlu bana.

7 Mart 2013 Perşembe

ODALARDAN BİRİ

Öğretmenliğe ilk başladığım sene, öğretmen eksikliğinden dolayı Dil Anlatım ve Türk Edebiyatı derslerine de giriyordum. Sanırım 12. Sınıf Türk Edebiyatı kitabında bu hikaye çıktı karşıma çok etkilenmiştim o zaman, belki kendimden birşeyler buldum bu hikayede. Hikaye Bilge Karasu'nun Troya'da ölüm vardı kitabından. Geçenlerde aklıma geldi bu hikaye, Batman'da bütün kitapçıları dolaştım ama bu kitap yoktu, Allah'tan teknoloji çağında yaşıyoruz. Hemen internetten sipariş ettim ve bu gün geldi. Şimdi size bu hikayeyi baştan sona yazıyorum, bakalım siz de benim gibi etkilenip kendinizden birşeyler bulacak mısınız?


"Fenerin ışığı yolun üstüne bir daha düştü; Suat uzaklaşmış bile, tek balığını sallıyor elinde. İstasyona yedi dakikada, evine on dakikada varır. Döndüm. Denize inen yolun başında ışığın sandalı aydınlatmasını bekliyorum. Sandal çırpıntılı ışığın içindeyken atıyorum balığı. Küf, kof, katılmış katılığın sesi geliyor. Eve gitmek uzun sürer. En azından onbeş dakika; üşeniyorum. Usanç geldi bu yoldan. Babam kızmış, kapının sürgüsünü gene sürdürmüştür anneme. Otele gitsem. Ömrümde giremedim, gıcırtılı, esnedi esneyecek gibi duran kapısından içeri. Yıllardır da geçerim önünden. NE zaman gelecektim sanki. Yatağımı, evimi severdim şimdiye kadar; oda demeli, oda demek daha doğru olur. Odamı, yalnız odamı severdim. Ondan da soğuttular sanki beni. Garip olacak, kılığımda pek uygunsuz, aldırma. Kapı sürgülü olsa bile bodrum penceresinden girerdim. O da olurdu. Otel, oteli denemeli. Yeni bir oda görürüm, sırası gelmişken... Param var. Nüfus cüzdanım yanımda değil. O gerekli sanırım. Adama, Sarıkumluyum da diyemem, evine gitseydin, der, inanmaz da kapının sürgülenmesi hikayesine, kuşkulanır, inansa bile bir türlü, otelin önünden geçemem bir daha. En iyisi açıkça yanıma almadım demek. Balığa çıktık derim. Laf olsun diye zaten birer balık çektik Suat'la. O, eli boş dönmesin diye aldı yanına. Eve götürür tel dolabı orta yerine yerleştirir. Ailece paylaşacak olsalar, bir tadımlık bile düşmez herbirine. Bilemedin, kendinin önüne attırır büyük hanım. Ama balığa çıkan Suat, balıkla dönmüştür eve. Anam bilir niye çıktığımı denize. Bir şey söylemeyi de Dilaver Hanımlığına yediremez. Balığı attım zaten. Ölü eti ne yapayım. Otelde gülerlerdi tek balığı görseler. Hem onlara ne. Gider yatarım. Dertleri künye ise ezbere okurum. Köyün yabancısı olsam eski mahalledeki otelin yerini bilir miydim sanki. Gideceğim. Amma da çabuk yürümüşüm. Gömlek sırtıma yapışıyor. Yıvışık bir ter sırtımın ortasından belime iniyor. Geldim. Eski mahallede oturmadığımıza göre adam belki de tanımaz beni. Neyse ne, gireceğim. Birden bütün yıldızlar dökülüyor.Kapının önü karanlık; yelle birlikte yıldız kokusunu sokuyorum içeri, farkındayım. Kapıyı bu sıcakta bile kapalı tutuyorlar. Göksüz içerisi, pis kokuyor. Böyle mi kokar oteller? Belli etmemeli ama. Otele alışıkmışım gibi yürümeli. Hasta bir ışığın altında duran katipten başkası yok ortalıkta. Önünde duruyorum. Başını kaldırmadı daha, kitap okuyor. Kapı da gıcırdadı. Eğiliyorum. "Aşk Sanatı" okuduğu. Bilirim, başında da "metin harici 27 resim" diye birşeyler yazar. Aşkı bir de bana sorsa... Başının gölgesi önüme doğru uzanmaya başladı. Pantalonuma bakıyor. Lekelidir, çamurludur -çamurlarını göremez ama- ıslaktır belki de. Ona bakıyorum ben. Masaya dayadığım ellerime bakıyor. Ölü et kokusunu almış olabilir. Ellerimde tuzlu suyun yıvışıklığı, sandal tozunu pütürlüğü, küreğin kızdırdığı nasır var. Bilemez o bunları. Bakıyor gene de. Ellerimden anlamaya çalışıyor beni. Salak. Gözleri kemerimde. Gömleğimin yakası çok açık. Terliyim de. Göğsü terlemiş bir adam bu saatte nereden gelir? Saatine bakıyor. Bir buçuğa geliyor. Gözleri yüzümde; gözüme dikili. Gözleri gözlerim gibi yeşil. Yaşlı bir yeşil, ağlamış gibi, kızgın kuma, kızgın denize bakmış gibi yahut. Ne istiyorsunuz deyiverdi gözler, gözlerimin içinde. Ne isteyeceğim. Kızgın, baktım yeşile. Oda istiyorum. Yeşil koyulaştı. Daha yukarılara çıktı. Tuzlu kıvırcıklığı içindeki saçıma, terini duyabildiğim alnıma doğru. Gene yeşillerin içinden bakıyorum. Tek yataklı mı olsun, dedi. Tek yataklı olacağını kendi de bilir elbet. Ne yapayım iki yatağı. Kaçıncı katta olsun diyor. Bütün bunları sormasa... Sorması adet de değildir herhalde. Bilmem. Gözlerinin yeşilinden apayrı şeyler bu sordukları. İkinci katta olacak diyor. Zaten iki kat bu otel. Bir gecelik mi diyor sonra. Bir, beş, on, çabuk bitirsen işini, kitabına dönersin, diyesim geliyor. Yeşiller dolaşıyor gene üstümü başımı. Nüfus kağıdın, diyor. Yok. Sesim çok sert çıktı. Birden gözleri çenesiyle birlikte yukarı bakıyor. Onsuz olmaz ki diyecek gibi. Sorarsın söylerim dedim, yabancısı değilim buranın. Birşey söyleyecek oldu, vazgeçti. Eğdi başını. Adınız, diyor. Müşfik. Ağır geliyor yabancının sorması. Vazgeçesim, çıkıp gidesim tutuyor. gözümü kaldırınca yeşiller gene gözümde. Bekler gibi. Soyadınız diyor bu defa. Yutkunuyorum. Börekçi demeli. Müşfik Börekçi, diyorum. Duraklamıyor bile yazarken. Şaşmadı. Suat Çuhacı da, Fikret Ünlü de deseydim şaşmayacaktı. Babanızın adı. Reşit diyorum. Umurumda değil. Şimdi de, nereden geldiniz, diyor. Sarıkumlu olduğumu söylüyorum; bir çırpıda söyledim herşeyi. Rahat bıraksın artık. Söyledim, yazdı; söyledim yazdı. Uzattı kolunu, anahtarlardan birini çividen aldı, verdi. İşkence bitmiş demek. İkinci kat, merdivenin karşısındaki kapı, dedi. Oda kokuyor. Çarşaf, diş macunu, uyku kokuyor. Pencereyi açıyorum. Deniz, yıldızlı deniz doluyor odaya. Bir kedi var bitişikteki balkonda. Denizin içinden çağırıyorum. Başını kaldırıyor, kalkıp geriniyor, oturuyor, çöküyor. Yumulan gözlerini görüyorum sanki.

İçeri çekiliyorum, deniz seyreliyor. Soyunuyorum. Gömleği iskemlenin arkalığına bıraktım. Pantalon bir köşede dura da olur. Daracık oda; yatak geniş. Serin çarşafa oturuyorum. Yatmış, ısıtmış, kokusunu bırakmış gelip geçen. Yataklar çabuk soğur. Otelciler hergün insan görürler, tümen tümen insan. Bu yatak da öyle. Yepyeni bir odadayım. İlk olarak odamdan başka bir yerde yatacağım. Burası benim için yepyeni ama aşağıdaki katip için, bir başkalık olsun olabildim mi? Boğuldum gitti öteki kayıtların altında. Bensen sonra bir başkası yazılır o deftere. Yeşil gözleri vardı katibin. Geceleri denize çıkmayan gözler. Balığı getirseymişim, özlem içinde kıvranırdı belki. Gündüzün uyur herhalde. Denize çıkmaz; girip yüzse de. Sandalı ışıktan uzağa çekemez. İster de çekmeyi. Belki. İster, belki değil, ister. Kapanmış kalmışa benziyor gözleri. Bu pencerenin dibine kadar uzanan suyu bile görmez belki. Denize bakan bir odada ilk yatışım bu. Sıra sıra gelen çarpma sesinde, alışmadığım bir sertlik var. Alışmadığım. İşini gücünü bitirmiş gibi, çarpıp duruyor çakıllara; kabarıyor, çekiliyor. Kayıkhane sesi gibi, dam altına giren deniz sesi. Bu damın altında ben de varım. Katip de var. Su yeşili gözleri var katibin, o güneş görmemiş, hasta ışığın altındaki sayrı yüzünde bile parlayabilen su yeşili gözleri var. Bir daha dağıldım. Bunun da gözlerinde bir parçam kaldı. Bundan sonra bunu da hesaba katmalıyım. Beni tanıyanlar arasında bu da olacak. Olmaz ama. Unutur o. Benim tanıdıklarım arasında bu da olacak. Gelmeseydim keşke, hiç gelmeseydim. Tanımayıverir geçerdim. Şimdi o da var. Parçalarımı toplarken, bunun gözlerinde, yeşillerin dibinde kalanını da bulmak, unutmamak gerekecek. Odanın parasını verdim zaten. Erkenden kaçayım yarın. Elimden gelse de, görünmesem ona. Pencereden içeriye dolmuş denizin, yıldızların içinde uyuyacağım. Katip "Aşk Sanatını" okur şimdi.Işığı hiç yakmamışım, göğün aydınlığı yetmiş. Bir komodin de varmış odada. Yeni odada yatmak, heyecan gibi birşey. Çarşafın serinliği duruyor hala. Yatayım artık."

Umarım hoşunuza gitmiştir.

2 Mart 2013 Cumartesi

BİR ALIŞVERİŞ YAZISI DA BENDEN

Selam dostlar, can sıkıntısından bıkıp kendimi dışarı attım bugün. Biliyorsunuz Batman'da yaşıyorum ve takdir edersiniz ki her markayı burada bulmak mümkün olmuyor. Ekim ayıydı sanırım BatmanPark AVM açıldı ve biz de bazı markaların Batman'a gelmesinden dolayı sevindik. Bu markalardan biri de Watsons'dı. Bugün biraz açılırım diye gidip aşağıda gördüklerinizi aldım. Alışveriş yazısı konusunda acemiyim anlayın işte :)

Gül kokulu bir Sıvı Sabun, yine gül kokulu ıslak mendil, 2 de oje aldım, biri Alix Avien beyaz diğeri Golden Rose Mate Velvet Bordo. Kitabı tabii ki Watsons'dan almadım.


Mat oje ilk defa deniyorum, bloglarını gezdiğim arkadaşlarda gördüklerim daha güzeldi, açıkçası ben Golden Rose'u pek beğenmedim. Resimde farkediliyor mu bilmiyorum ama matlığı çok belli değil, bildiğiniz bordo oje.

16 Şubat 2013 Cumartesi

SOLENTE PİGMENTA GÜNEŞ KREMİ

Uzun süredir Güneş Kremi arayışındaydım. Geçen hafta bizim okuldan iki öğretmen arkadaşımızın yüzünde nur doğmuş gibi bir değişikli görünce merak ettik sorduk hayırdır diye. Onlar da Solente Güneş kremini kullandıklarını söylediler ve 13 arkadaş birden bugün bu kremi aldık. Arkadaşlarda yaptığı etki güzeldi henüz ben kullanmadığım için birşey diyemeyeceğim, önümüzdeki günlerde yorumumu paylaşırım sizlerle. Birkaç çeşidi var biz Pigmenta olanı tercih ettik. Antiaging özellikli, leke oluşumunu önleyen, var olanları da yok edici özelliği varmış. Deneyip görecez. Bu arada fiyatı 79 TL idi, fakat biz 13 adet alınca fiyatı 60 TL oldu.


10 Şubat 2013 Pazar

CİZRE TURU

Bu sene leyleği havada gören ben, yarıyıl tatilini de değerlendirip önce Adana sonra Cizre'ye giderek bir ilke daha imza atmış oldum. Her zaman ki gibi ben susayım fotoğraflar konuşsun:)

İlk önce Abdaliye Medresesinden başladık,


Medresenin içinde Mem u Zin'in Türbesini de ziyaret ettik. Mem u Zin, Leyla ve Mecnun gibi aşık olup kavuşamamış bir çift, işin ilginç yanı kavuşamamalarına sebep olan Bekir isimli zatın da yanlarında gömülü olması.



 Türbenin girişi


Burası da Hz. Nuh (a.s.) Türbesi. Hz. Nuh'un gemisinin Cudi Dağina indiğine inanıyor Cizreliler.



Hz. Nuh'un tabutunun 15 metre olduğu söyleniyor. Türbedeki tabutta 3- 3.5 metre civarı.




Bu konak da Zin'in babasına aitmiş.








 Dicle Nehri, Türkiye topraklarındaki son durağı burası, babam Dicle nehrinin buradan akarken nazlı aktığını söylüyor, sanki Suriye topraklarına akmak istemiyormuş gibi. Ama coğrafi açıdan bakarsanız eğim fazla olmadığı için Cizre'den daha yavaş aktığı söylenebilir.


Buraya da Kasrik Boğazı diyorlar. Dağlar sanki yaprak yaprak kesilmiş gibi.




Yine bir turumuzun sonuna geldik, bir başka turda görüşmek dileğiyle esen kalın :) hep söylemek istemişimdir, bir daha söyleyim esen kalın dostlar...

9 Ocak 2013 Çarşamba

BU DA BENİM WISHLIST'IM

Biraz geç mi kaldım ne, Ocak ayının ortasına geldik nerdeyse. Neyse ben de bu yıl bir wishlist hazırladım, yıl boyunca almayı planladığım, benim olmasını istediğim şeyler. Bakalım beğenecek misiniz?

İlk olarak



Evet ya bu telefonu istiyorum, modası geçti belki ama olsun.


Bu tarz bir Amerikan Koltuk takımı istiyorum, şöyle çiçek desenli, cıvıl cıvıl, insanın içini açacak..


Böyle bir deri mont istiyorum, renk siyah da olabilir henüz karar veremedim.


Deri demişken böyle bir de çizmem olsa fena olmaz dimi.:)


Kot pantolon konusunda bahtsızım malesef, yeni model diye çıkan hiçbir modeli beğenemiyorum, yukarıdaki model biraz yakın benim istediğime..


Bu yıl mıutlaka Dubai'ye gitmek istiyorum.

Ve gelelim en önemlisine, aşkta yüzü pek gülmemiş biri olarak bu yıl artık birine güvenebilmek istiyorum. Kime mi ?


işte buna

Alejandro Sanz, nam-ı diğer İspanyol Boğası :)))) pek bir severim kendisini. İspanyol şarkıcı, harika bir ses, güzel melodiler. Dikkatinizi çekerim buna benzer birşey istemiyorum, direk Alenjandro'yu istiyorum. Hayatımda onun gibi bakan, onun gibi içten gülen, gülünce gözleri küçülen birini görmedim. Hakkında bilgi almak isterseniz Ekşi Sözlüğe bakmanızı tavsiye ederim.

Size onun en sevdiğim parçalarının linkini veriyorum. İspanyol müziğini seviyorsanız dinlemenizi tavsiye ederim...

http://www.youtube.com/watch?v=lfQq7Hes6DY

http://www.youtube.com/watch?v=BrvdGGaYNUI


Çok mu şey istiyorum sizce :))))))))

1 Ocak 2013 Salı

YENİ YILA GİRERKEN

Bundan tam 4 yıl önce 17 Aralık'ta blogumu açmışım. Bazen gezdiğim yerleri, bazen okuduğum kitapları bazen de sıkıntılarımı paylaştım sizlerle. Ama daha çok da takip ettim diğer blog arkadaşlarımı, tanımadığım bir sürü arkadaşım oldu. Onların da gezdiği yerleri gördüm kendim gitmiş gibi, okudukları kitapları yorumlamalarına göre merak ettim kitapları ve ben de okudum, makyaj hileleri öğrendim:)) kendi yaptıkları el emeklerini sergilediler cömertçe ve ben  de esinlendim ve yeni şeyler ürettim. Bu 4 yıl ne kadar güzel geçmiş şimdi bakıyorum da. Sanal dostluk çok şey katmış bana. Yeni yılın ilk gününde de bazı blog arkadaşlarımdan esinlendiğim ve kendim uyguladığım iki örnek göstereceğim size; ilki bir battaniye, bir blogda görmüştüm ve modelini çok beğenmiştim, ben de yapmaya karar verdim









sonuç bu, nasıl olmuş?

ikincisi ise yine bir blogda gördüğüm,bir bez terliğin değerlendirilmesi idi. Benim de evde atıl durumda olan bez terliklerim vardı bakın nasıl değerlendirdim.


Kendi emeklerini, gördüğü güzellikleri, yaptığı muhteşem yemekleri paylaşan, paylaşarak çoğaltan bütün sanal dostlarım teşekkür ediyorum hepinize. İnşallah daha çok uzun yıllar birlikte bir çok güzelliği paylaşırız.