Merhaba arkadaşlar, çok uzun zamandır bloğumu ihmal ettiğimin farkındayım. Artık daha çok ilgilenmeye çalışacağım. Bu yazımda Milli Eğitim bakanlığının öğretmenler arası anı yarışmasına gönderdiğim yazıyı sizlerle paylaşmak istedim. Bakalım siz beğenecek misiniz? Dereceye giremedim ama olsun önemli olan katılmaktı.
HOŞGELDİNİZ
ÖĞRETMENİM
Bütün öğretmenler
öğretmenliğinin ilk gününü hatırlar. İlk öğrencileri, ilk girdiği sınıfın
şubesi yıllar geçse de öğretmenlerin aklındadır sanırım. Benim öğretmenliğimin
ilk anısı ise biraz daha eskilere dayanıyor. Öğretmenliğin ne olduğunu, nasıl
öğretmen olunduğunu staj dönemimde anladım ben.
Bence insanın hayatında
makas değiştiren, insanı büyüten, geliştiren olaylar olur. Normal bir hayat
yaşarken birden bir şey olur ve o kişi bir dakika öncesiyle aynı kişi olamaz.
Olay dediğime bakmayın, olan şey büyük bir felaket olabileceği gibi kısacık bir
bakış, anlık bir gülüş, samimi bir sözcük de olabilir.
Benim öğretmenlik
serüvenime gelince, beni öğretmen yapan şey de boncuk boncuk gözlere sahip,
sıcacık bir cümleydi.
Üniversiteyi okurken
ileride yapacağım meslek olarak öğretmenliği seçmiş olsam da demek ki başlarda
pek idrak edememişim öğretmenliğin hissettirdiklerini. Fen –Edebiyat
Fakültesinde okuduğum için formasyon alıp üstüne de staj yapmam gerekiyordu.
Stajım şu an net olarak hatırlamasam da Ekim ya da Kasım aylarına denk
gelmişti. Konya’da okuyordum ve staj için merkeze çok da uzak olmayan bir
mahalle okulunda staja başlayacaktım.
Bilmem bilir misiniz
Konya’nın ayazını. Saç derinizin diken diken olduğu, derinizden içeri nüfuz
eden kesif bir ayazı vardır Konya’nın. Bilhassa da sabahları. Yaşımın ortaya
çıkma riskini göze alarak söylemeliyim ki, benim staj yaptığım dönemde bayan
öğretmenlerin etek giymesi gerekiyordu. Staja başlama heyecanı ile şık bir
etekli takım aldım. Gece boyunca rüyalarımda defalarca sınıflara girdim çıktım.
Sabah uyandım ve takım elbisemi büyük bir özenle giyindim. Aynada kendimi sanki
başöğretmen gibi görüyordum. Sanki öğretmen olmak için bir takım
yeterliymişcesine ben de bir alım bir çalım, değmeyin gitsin. Gelgelelim sokağa
çıktım ve biraz önce size iki satırla bahsettiğim ama aslında hakkında
sayfalarca yazı yazılabilecek Konya’nın sabah ayazında yaklaşık 15 dakika dolmuş
bekledim.
Dışarıya çıktığım ilk
andan itibaren benim burada ne işim olduğunu, sabahın köründe neden kalkıp
staja gitmek zorunda olduğumu, öğretmenliğin de o kadar matah bir şey
olmadığını ve daha birçok olumsuz düşünceyle hayatımı sorguladım. Nihayet dolmuş
gelmişti ve ben kafamda onlarca soru işaretiyle okula ulaştım. Okulun bahçesinde
içeri girdim. Sabahki başöğretmenden hiç eser kalmamıştı. Şunu o an çok iyi
anlamıştım; bir takım elbise giymekle öğretmen olunmuyordu. Öğretmenlik daha
güçlü bir teşvik isteyen bir meslekti ve birazdan bana da o teşvik verilecekti.
Bahçeden okul binasına
doğru asık suratla yürüdüm. Binanın kapısı kapalıydı ve içerden nöbetçi öğrenci
kapıyı açtı ve “Hoş geldiniz öğretmenim.” dedi. O cümlenin bende uyandırdığı
hissi keşke size tarif edebilsem. O cümle ki aslında evde, mağazada, lokantada
kısaca her yerde duyabileceğiniz basit bir cümle. Fakat benim için o cümle,
beni bir anda değiştiren ve öğretmen yapan bir cümleydi. Ben artık bir dakika
önceki kişi değildim. Hala öğrenci zihniyetiyle her şeye isyan eden o şımarık
kız gitmiş yerine bütün öğrencileri sevgiyle kucaklamaya hazır bir öğretmen
gelmişti.
Öğretmenliğimle ilgili
şunu söyleyebilirim, ne hayallerim ne okuduğum okul beni öğretmen yaptı. Beni
öğretmen yapan şey, sabahın ayazını iliklerime kadar hissetmişken kapıyı açan
öğrencimin sıcacık sözleriydi: “Hoş geldiniz öğretmenim.”
* Görsel alıntıdır.